celal yıldız uzaktan eğitim bodrum haber katılım bankası kdv iadesi
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Ateş ve Deniz Çınar kardeşler: Bu kez hedef Olimpiyat madalyası!

13.09.2020 - 18:37    google-news - ABONE OL

Belki çok klişe gelebilir ancak sporun temeli rekabete dayanıyor. Mücadelelerin paydaşları, kazanmak için emeklerini bir paket haline yerleştirip …

Belki çok klişe gelebilir ancak sporun temeli rekabete dayanıyor. Mücadelelerin paydaşları, kazanmak için emeklerini bir paket haline yerleştirip bu paketleri yarıştırıyorlar aslında. Bunun içinde fiziksel, mental, doğuştan gelen veya sonradan kazanılan birçok parça var. Sonuç olarak biz izleyenler, bir ritüel çerçevesinde işin en lezzetli kısmı olan müsabaka için bir araya gelip bir seyri takip ediyoruz.

İşin bir de süreç kısmı var, yani o paketlerin oluşturulduğu yol. Hayatta da olduğu gibi, mutluluk anını işin en tepedeki noktası olan kazanma veya sonuç olarak belirleriz. Ancak mutluluk aslında yoldadır. Buna en güzel örneklerden biri sporcuların olimpiyat serüvenleridir. Dört sene boyunca, sporun en üst düzeydeki rekabetinde başarılı olmak için ciddi bir hazırlık süreci yapılır. Madalya belki müsabakada kazanılıyormuş gibi gözükse de bu dört sene içerisinde yaşananlar belirleyici olur.

Bu bağlamda ülkemizin en başarılı ve ciddi anlamda tecrübe sahibi sporcularından ikisi Ateş ve Deniz Çınar. Yelken branşının 470 kategorisinde takım olarak mücadele eden Çınar kardeşlerin kariyerlerinde üç kez olimpiyata katılma başarısı bulunuyor. Hatta kendilerini 2021’de düzenlenecek Tokyo Olimpiyatları’nda da izleyeceğiz. Dördüncü kez olimpiyata katılarak nadir bir başarıyı yakalayacak olan Çınarlar, bu kez madalya için denize çıkacak.

Kendileriyle yaptığımız sohbette; kariyerlerinin nasıl başladığını, olimpiyat maceralarının arka planını ve pandemi koşullarının onları nasıl etkilediğini birinci ağızdan öğrenme fırsatı bulduk.


Öncelikle nasılsınız her şey yolunda mı sağlığınız yerinde mi? Karantina süreci nasıl geçiyor evde? Antrenman yapabiliyor musunuz? Herhangi bir içerik tüketmeye vaktiniz oluyor mu?

Deniz Çınar: (Gülerek) Şu an için iyiyiz, en azından görünürde bir sorun yok. Vaktimiz evde geçiyor. Ateş’in köpeği var, arada dışarı çıkarıyor ama ben döndüğümüzden beri hiç dışarı çıkmadım. Çalışmalarımızı evde yapıyoruz. Deniz antrenmanı olmadığı için de evde süreyi uzatarak aynı aktivite süresini tutturmaya çalışıyoruz. Tabii hiçbir şekilde aynı olmuyor. Günlük aktiviteler de gitti. O yüzden bir şekilde kendimize evde iş yaratıp yemek olsun, evdeki tadilat olsun öyle işlerle devam ediyoruz. Genel olarak iyiyiz, sağlıklıyız. Motivasyonumuz da yüksek. Hiç öyle bir düşüklük olmadı açıkçası. Zaten yeni bir antrenman rutini oluşturduk kendimize, öyle devam ediyoruz.

Sporcu olmak çok avantaj sağlıyordur diye tahmin ediyorum.

Deniz Çınar: Yani evet. Benim açımdan da, Ateş için de öyledir. Zaten bi antrenman programımız vardı. O biraz genişledi. Kara kısmında en azından. Çünkü evdeyiz. O daha fazla vaktimizi alıyor. Ama onun haricinde beslenme, yatma kalkma saatleri, normal şekilde devam ediyor.

Ateş Çınar: Biz farklı evlerdeyiz zaten. Abimin de dediği gibi, biz dünya şampiyonasından döndük. Zaten 14 gün kritik bir dönemi atlattık, hiçbir şeyimizin olmadığını öğrendik. Gerçi geldiğimiz gibi antrenmanlara başladık. Dünya Şampiyonası için oradaydık. Zaten dönmeseydik ertesi gün Dünya Şampiyonası başlıyordu, bir gün önce döndük yani. O yüzden dedik ki, devam edelim hiçbir şey yokmuş gibi. O performansla antrenmanlara devam ettik. Abimin dediği gibi ben dışarı çıkıyorum günde iki kez beşer onar dakika köpek gezdirmeye. Onun dışında çıkmıyorum. Evde antrenman yapıyorum. Kulüpten bisiklet getirdik evlere, gerekli ekipmanları aldık. Çünkü kulüplere giremiyoruz, kulüpler kapalı. Yelken de yapamıyoruz. Evde spor yapıyoruz bol bol. Normalde deniz antrenmanları süreleri uzatıyor dediği gibi, 3-3,5 saat sürüyor. Ama şimdi evde 3,5 saat antrenman yapmak değişik bir tecrübe. 1 saat yaparsın, hadi zorladın 2 saat yaparsın ama 3,5 saat biraz zorluyor. Ama yine de güzel bir rutin oluşturduk, sabah kalkıp kahvaltı edip sonra rahatlama, sonra antrenman gibi güzel bir rutin oluştu. Arada bir, iki saatlik bunalma geliyor ama sonrasında geçiyor.

En sona saklayacaktım bu soruyu çünkü klasik, okuyanlar takip edenler çok merak ediyor böyle şeyleri. Karantina süresinde takip ettiğiniz film, dizi; okuduğunuz kitap, dinlediğiniz müzik olarak neler var?

Deniz Çınar: Yeni gelen Jordan’ın The Last Dance belgeseli vardı. Onu takip ediyorum. Zaten bizim tam çocukluğumuza değil de onlu yaşlarımıza denk geldiği için ilgimi çekiyor. Onun haricinde bol bol film izliyoruz. Ama anlattığımız, gün içinde yaptığımız egzersiz biraz yorucu oluyor. O yüzden yemek, egzersiz, dinlenme, tekrar yemek yap derken açıkçası büyük bir bölüm de dinlenmeye gidiyor. Düşünüyorum, 3 gün antrenman yapıp bir gün off yapıyoruz. 3-1-3-1 diye gidiyor. O bir günde bile hiçbir şey yapmayıp dinlenme ihtiyacı duyuyor insan.

Ateş Çınar: Biz genelde film/dizi pek izlemiyoruz. Nişanlımla birlikte yaşıyoruz. Tüm gün Joy FM açık televizyonda. Onun dışında ben klarnete merak sarmıştım Aralık ayında. Bunu fırsat bildim. Evde klarnet çalıyorum. Sena biraz isyan ediyor çünkü onu da antrenman gibi görüyorum bazen. Kaptırıyorum kendimi 3 saat boyunca. Başaramıyorum, çok iyi çalamıyorum biliyorum. Abuk subuk sesler çıkıyor bazen. Onunla uğraşıyorum işte. Bazen işte Sena seramik yapıyor. Onu izliyorum, takip ediyorum. Yorgun oluyoruz zaten. Kitap okumaya başladığımda da uykum geliyor. Antrenman öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz aslında. Antrenman öncesi gayet güzel. Hatta klarnet çalmayı antrenman öncesine koyuyorum. Antrenman sonrası kesinlikle olmuyor. Antrenman sonrası ayakları uzatıp çay içip kafa dinleme oluyor. Bazen kafam düşüyor yorgunluktan, o derece. Yaşlılar gibi olduk evde.

Ailede bir denizcilik kültürü var babadan gelen. O mu sizi yelken sporu için ilk adımı atmanıza sebep oldu? Çünkü yelken sporu çok farklı kabiliyetleri gerektiren bir branş aslında. Hem stratejik hem mental anlamda bir güç gerektiriyor. Ayrıca yüksek fiziksel kapasiteye ihtiyaç var. Muhtemelen başka sporlar da yapabilirdiniz rahatlıkla ama yelkende karar kılmanızdaki sebep ne oldu?

Deniz Çınar: Biz Foça’da büyüdük. Foça İzmir’de küçük bir kasaba zaten. O yüzden en başta, özellikle yaz aylarında, basketbol/futbol vardı. Kurslar açılıyordu Foça’da. Çocukluğumuzdan beri onların hepsine katılıyorduk zaten. Yazın olduğu için, bir de enerjimiz de vardı normal olarak, hepsine yazdırıyorlardı. İki kursa falan gidiyorduk. Sonra 1995 yılında yelken açıldı. Yelken kulübü vardı daha önce 1990 senesinde açılmıştı. İlk yaz kursunu 1995’te açtı. Oraya da yazdırdılar. Basketbol, futbol ve yelkene de gidiyordum yani; üçüne birden. Birinden çıkıp öbürüne gidiyorduk. Zaten Foça küçük yer, kaç tane çocuk vardı ki yani? O yüzden herkes birbirini tanıyordu. Biz zaten denizde büyüdüğümüz için sonra yelken de oldu.

İlkokulumuzun denizle mesafesi 10 metreydi. Denizden çıkıp okula gidiyorduk. Okuldan çıkıp denize gidiyorduk. Öyle olduğu zaman da tabii hep bir ilgimiz vardı denize. Babam da yıllarca denizde çalışmış. O yüzden onun da tabii ki etkisi olmuştur. Sonra ama devam etmemizin en büyük nedeni herhalde kulübün bize ciddi yaklaşması sebebiyle oldu. Orada bir grup olduk 6-7 kişilik. Öyle olunca da yeni bir kulüptü ve motive olduk sanırım. Aileler de motive oldu. Sonuçta bir kulüpte başlayınca aileler de birbirlerini tanımaya başlıyorlar. Öyle ortak bir çevre oluşuyor. O yüzden de öyle bir etkileşim oldu ve kendimizi denizin içinde bulduk Ateş’le.

Ateş Çınar: Benim hikaye klasik. Benim yapabildiğim tek spordu. Şöyle ki, ben de o yaz kurslarının hepsine gittim. Ama ben çok ufak tefektim. Çok inceydim. 8 yaşıma kadar kolumu, bacağımı kırdım. Bir ton şey geldiği için başıma, sağlık raporu almam gerekiyor. Böyle şeylere sağlık raporu alamıyordum sonuçta. Ondan sonra yelkene de, “Bunda bir şey olmaz” diye verdiler. Ailede bir deniz kültürü var dediğiniz gibi sonuçta. Dedem de denizden giriş gümrüğü memuruydu Foça’da. Şöyle bakınca denizin içindeyiz yani. Bir de bence bizi en çok motive eden tarafı da bireysel spor olması ve birbirimize karşı mücadele ediyor olmamızdı. Takım oyunu değil. Bu çok güzeldi bence. O yaşlarda o çok keyifli geldi muhtemelen, şimdi düşünüyorum da. Ama şimdi beraber yarışıyoruz abimle. O daha da farklı bir keyif veriyor. Farklı bir boyutta güçlerimizi birleştirmemiz gerekti bir üst seviyeye geçebilmemiz için.

Deniz Çınar: Ailemizde sporla ilgilenen biri yokmuş aslında. Hiç yapmamış kimse. Ama bizi bir şekilde bu işe sokmuşlar. Nasıl yapmışlar, nasıl motive etmişler onu da tam bilmiyorum açıkçası.

Ateş Çınar: Bir de şöyle bir şey var. Yelkenin bir güzel yanı da birbirine karşı yarışıyorsun ama denizde yaşadığın o “action” var ya, “Şöyle boğuştum, şu dalgada şöyle oldu”, yarışın birincisiyle sonuncusunu ayrı ayrı dinleyip ayrı ayrı keyif alabiliyorsun yani.

Deniz Çınar: Bir yere çıktığında bir hikayen oluyor aslında. Çocukken hele büyük bir hikaye oluyor. Bir de herkes geldiğinde birbirine onları anlatıyor. Ya denizde başıma şu geldi, bu geldi, şu dalgada dümeni çeviremedim falan gibi. Hep böyle hikayeler olurdu. O baya keyif verdi.

Ateş Çınar: Yani birinci ikinci üçüncü olmayı biz hiç öyle konuşmazdık. O bir gün sürerdi, sonra hikayeler başlardı. Benim başıma şöyle geldi, böyle geldi diye.

Biraz yelken sporundan bahsedebilir misiniz? Özellikle bu branşa yabancı olan insanlar geniş omuzlu, işi gücü tamamen fitness olan sporcular düşünüyorlar. Ödül veya başarının da bunun sonucunda geleceğini düşünüyor olabilirler. Ama çok çetrefilli ve kompleks bir spor yelken. Çok farklı süreçler var. Bir arkadaşım bana sizin dalga ve rüzgarı öngörerek pozisyon almanızdan bahsetmişti. Çok şaşırmıştım mesela. Bunu nasıl yapıyorsunuz?

Deniz Çınar: O muhtemelen çocukluktan kazanılan bir şey. Tekneyle denize çıktığın zaman alışılan tecrübe ve göz alışkanlığı bunu sağlıyor. Yani biz denize baktığımızda, normal bir insandan farklı şeyler görüyoruz. Dalganın duruşu, dalganın pozisyonu rüzgarın hızı, rüzgarın yönü, oluşturduğu akıntı… İşte bazı yerde fazla, bazı yerde az rüzgar var. Bir bakışta bunların hepsinin tüm detaylarını görebiliyorsun ve bunları yerine göre kullanıyorsun. Zaten kullanman gerekiyor. Bu bilgileri edinmen gerekiyor ki tekneni en hızlı şekilde kullanabil.

Yelken aslında çok fazla sınıfı olan bir spor. Türkiye’de belli sınıflar var. Örneğin olimpik on sınıf var. Farklı sınıflarda yarışabiliyorsun. Bizde sadece lazer, lazer radial, iki sörf, bir 470 mevcut. Biz sadece altısında yarışabiliyoruz. Dördü Türkiye’de hiç yok. Yani tekneler de yok, bilen de yok. Altyapıda da böyle. Tekne olmadığı için o sınıflar da olamıyor. Malzeme sporu olduğu için o teknelerin bir şekilde bulunması, alınması gerekiyor ki yapılabilsin. Yine malzeme sporu olduğu için pahalı bir spor. Yüzde 99’u Türkiye’de üretilmiyor ya da satılmıyor. İthal edilmesi gerekiyor. Yelken Türkiye’de optimistle başlıyor. Türkiye’de bütün kulüplerde bu şekilde. Başlama yaşı olan 8-15 yaş arası çocukları bu teknelere bindiriyorlar. Optimistte bitiş yaşı 15. Tabii ki fiziksel olarak da durumunuza göre tekne seçmeniz gerekiyor. Ateş ile benim birlik olup 470’i seçmem gibi ama örneğin Alican Kaynar’ın fini seçmesi gibi. Çünkü o 1,90 metre boyunda, 90 kg bir adam. Bizim bindiğimiz tekneye o binemez, onun bindiği tekneye biz binemeyiz. Bineriz tabii de yarışamayız.

O yüzden yelken; tekne ve görüş olarak böyle bir şey. Tabii yatlar var Türkiye’de, yat yarışları var. Orası ayrı bir sınıf. Bambaşka boyutları var işin. Türkiye’de gelişmeye açık ve gelişmekte olan bir spor. Biz 12 senedir profesyonel olarak yapıyoruz, olimpiyatlara katıldığımızdan beri 2008 yılında. O dönemden beri zaten çok gelişti. Hala gelişmeye devam ediyor ve daha da gelişecek. O kadar çok yol var ki dünyaya göre tabii. Ama tabi ki bizim ülkemiz de belli bir seviyeye geldi. Bundan sonra da elbette ucu açık, devam edecek.

Ateş Çınar: Biz mesela fizyoterapisti bu sene görebildik. Olimpiyattan olimpiyata görüyorduk normalde. Çünkü biz yaptığımız spora göre olgun sporcularız. Bizden daha yaşlı sporcular da var elbette yarışan. Biz en iyi performans verebileceğimiz yaştayız şu anda tecrübemizle birlikte. Ama şöyle bir şey de var. Fizyoterapistle 10 senedir olsaydık, biz bu performansı bir önceki olimpiyatta da verebilirdik belki de, bilmiyorum kesin bir şey söyleyemiyorum. Biz hep kendimiz bir şeyler yapmaya çalıştık. Türkiye’de bizim yarıştığımız sınıfla ilgili pek bir bilgi birikimi yok. Biz hep yurt dışından bu bilgiyi satın almak zorunda kalıyoruz. Nasıl yapıyoruz? Yabancı antrenörle çalışıyoruz. Onun bilgisinden yararlanıyoruz gibi mesela. Fiziksel olarak da abimin de dediği gibi fit olmaya çalışıyoruz. Çok başarılı olup karnında siz pack’i olmayan sporcular da vardır elbette. Çünkü özellikle bizim yarıştığımız sınıfta tecrübe ve teknik çok ön planda.

Deniz Çınar: İstisna ya, öyle bir kişi var. (Gülerek)

Ateş Çınar: Bu arada şunu söyleyeyim. Eskiden böyleydi. Son 3-4 yıldır fitness manyaklığı da geldi. Herkes deli gibi spor yapmaya başladı ve üst düzeyde iyice seviye yükselmeye başladı. Haliyle bunu yakalamak zorundasın bir şekilde. Yelken ayrı bir boyuta gitti. Eskiden yelkenci, “Ya yelkenci ya” falandı. Artık baya olimpik sporcusun yani sen de bakınca aslında. Atlet gibi antrenmanını yapıyorsun. Küreğini, koşusunu yapıyorsun. Onlar kadar kara antrenmanı yapıyorsun yani. Antrenman yaptığın sürece de fitsin. Bu yaptığın işin göstergesi. “Ben fitim, spora gidiyim” değil olay. Spor yaptığın için fit oluyorsun. Bir de kesinlikle salondakiler gibi fit değiliz, öyle bir görüntümüz yok bizim. Ufak tefek adamlarız işte.

Sizler mühendislik bitirebilecek seviyede eğitim almışsınız. Çevre ve jeoloji mühendislikleri. Hem de 9 Eylül gibi bir üniversiteden diplomanız var. O süreç nasıl oldu? Hangi durumda “Biz profesyonel sporcu olalım” dediniz? O süreçleri biraz detaylandırabilir misiniz?

Deniz Çınar: Çocukluğumuzdan beri yelken yapıyoruz biz. Sonra herkes gibi lise, sonra üniversite yılları geldi. Ama biz hep yelkenin içinde kaldık. Ama anlattığım durumlardan dolayı genelde lazere biniliyor şu an.

Bu arada siz lazer de yapmıştınız değil mi?

Deniz Çınar: Evet, ikimiz de yaptık. En popüler sınıflardan biri o. Lazer 4.7’ye biniyorsunuz önce, 15-18 yaşına kadar alışmak için. Ateş’in dünya ikinciliği ve dokuzunculuğu var o sınıfta, Türkiye şampiyonlukları var. Benim Türkiye derecelerim var. İkimiz de başarılıydık. Ama biz yelkeni sevdiğimiz için üniversitede hiçbir zaman yelkeni meslek olarak görmüyorduk. Aslında Türkiye’de meslek olarak yoktu. Biz neredeyse bu işi profesyonel olarak ilk yapanlardanız. Belli bir kulüpten sigortalıyız, maaşımız var. Sadece işimiz bu. Tabii o yıllar öyle düşünmüyorduk. Üniversiteye giriş sınavı geldiğinde hazırlığımızı yaptık. Bir sene ara verdik. Öyle oluyordu, hala da öyle. Genelde çocuklar o sınava hazırlandığında sporu bırakır, hiçbir şey yapmaz. Bizim ara ara denize çıktığımız oluyordu ama yarışları pek takip etmiyorduk. Yine Foça’da oturmamızın avantajı oluyordu. Her zaman çok yakındık denize. Ailemizin ve öğretmenlerimizin yönlendirmesiyle o şekilde üniversiteye girdik.

Daha sonra biraz olaylar farklı gelişmeye başladı. Oradan sonra yaşımız da ilerlemeye başladı. Yelkende 4.7’ye binemiyoruz, lazere de binecek fizik yok. Yani fiziksel olarak 75 kiloyla bile küçük kalıyorsun lazere binmek için yaşın ilerledikçe. Biz de kendimizi zorladık o teknede 3-4 sene daha yelkenden kopmayalım, hem biraz daha yelken yapalım diye. Sonuçta keyif aldığımız bir iş. Yarışmayı çok seviyoruz. O yüzden kopmak istemedik, orada arkadaşlarımız vardı. Herkes bir şekilde işin içinde kalmak istiyor yelkende. Ama seçebileceğimiz sınıf yok. Sonra işte biz dedik ki Ateş’le, 470 diye bir tane tekne var. Ama biz tabii Foça Yelken Kulübü’ndeydik o zaman. Foça’da öyle bir tekne yok. O zaman bizim bildiğimiz sadece Karşıyaka’da var, bir de İstanbul Yelken ve Fenerbahçe’de var. Daha bütçesi büyük kulüplerde var yani. Ateş zaten bir ara tamamen yelken yapmadı.

Ateş Çınar: Ben sakatlandım çünkü fazla zorlayınca.

Deniz Çınar: Böyle şeyler var bir de işte. Sen istediğin kadar yelken yapmak iste, yani o tekneye binmek iste, fiziksel olarak yeterli değilsen sakatlanırsın. Doğru tekne o yüzden önemli. Türkiye’deki çeşitliliğini arttırsak yelkenci sayısı da çok artar. Çünkü insanlar fiziksel olarak kendilerine uygun tekneyi seçebilir. Neyse, biz 470 için bir şekilde irtibat kurduk. Herkes bizi tanıyor sonuçta. Yelken yapamıyoruz ama yapmak istiyoruz. O zamanın federasyon başkanı Azad Baykal vardı. O bizi tanır. İrtibata geçtik falan. O, “Size bir tane 470 yolluyorum” dedi. Anlattı falan ama Ateş’le ben 470’i daha önce çok uzaktan gördük.

Ateş Çınar: Bu arada sene 2005, göndereceği tekne 1992 modeldi.

Deniz Çınar: Biz ama tekneyi hiç bilmiyoruz, alakamız yok. Yolladı bize sağ olsun. Sonuçta bir teknemiz oldu. Sonra da biz tekneyi 9 Eylül’de okuduğumuz için Karşıyaka Yelken Kulübü’ne koyduk. Ama şimdi tekne geldi de üstünde hiçbir malzeme yok. Biz ona bakıyoruz, o bize bakıyor. Anlayan kimse de yok yani. Her şey hazır olsa, iplerin makaraların her şeyin var diyelim; o tekneyi donatman gerekiyor. O kadar karmaşık bir tekne ki, şimdi o kadar karmaşık gelmiyor tabii. Her yerden ip geçiyor falan, “Abi biz ne yapacağız?” diye düşünüyoruz. Para da yok o zaman. Üniversiteye gidiyoruz, kredi almışız o zaman KYK’dan. Tabii ip almamız lazım. Foça Yelken Kulübü’nde de durum farklı değil. Üç ay para biriktirdik kredilerle. Üç aylık parayla ipleri aldık.

Bu arada 470, Türkiye’de yapılan bir sınıf. Fenerbahçe’de ve İstanbul Yelken’de çok ciddi sporcular var. Karşıyaka’da olimpiyata gitmiş bir ekip var. 2004 Atina’ya gitmiş ama sonra bırakmışlar. Ama yine de Karşıyaka Yelken Kulübü’nde, Arkas sponsorluğunda bir ekip var. Onlar da işte 2-3 senedir biniyorlar. Onlar da abi-kardeş zaten. Biz bir şekilde onlara yamandık, “Bize öğretsenize” dedik. Sağ olsunlar tamam deyip yardım ettiler. Onlar bildiğin profesyonel, bizim şu an yaptığımız gibi profesyonel olarak yapıyorlar bu işi. 2008 Olimpiyatları’na hazırlanıyorlardı. Bir şekilde tekneyi donattık. Sonra yelken göndermişler bize, 1980 model, değişik bir yelken. Yelkenin çıtaları vardır. Karbon ve polyesterden yapılmış, yelkenin içine giriyor ki yelkeni dik bir şekilde tutsun. Açtık, onlar yok içinde. Neyse, “Ben bunu marangozda yaptırayım. N’olacak, ne farkeder ki” dedim. Ateş’le yaptırıp taktık yelkene. Tekneyi de donattık. Denize de çıktık, çok keyifli. Tabi lazer ve optimistten sonra öyle bir tekneye binmek, çok hızlı. Şu anda bile yarışan olimpik teknelerden en hızlısı 470. Muhteşem bir his, zaten yelkenlere uzak kalmışız. Benim yaptığım çıtalardan bir tanesi kırıldı. Tahtadan yaptırdığım için esneme payı çok az. Ben onu hesaplayamadım. Yelkenin o kadar büküldüğünü ya da üzerine o kadar basınç geldiğini fark etmemişim. Hayatımda ilk defa görüyorum, nereden düşüneceğim onu. Öyle olunca da bizim çıtalar param parça oldu tabii.

Ama biz tekneye binip gezmeye devam ettik. Türkiye’de şampiyon olalım gibi bir hedefimiz yoktu ilk başta. Bu tekne olimpik ama diğer hiçbir tekneye binemediğimiz için bu tekneye bindik. Zaten üniversitedeyiz, mühendislik okuyoruz. Okulu bırakamayız. Bu arada ama tabi teknemizde her şey kırıldı, param parça. Bir batmadığı kaldı. İki aydır yelken yapamıyoruz, malzeme yok. Yine telefonlar, oradan buradan birilerini arıyoruz. Ya bize bir parça, şunu yapalım bunu yapalım falan. Neyse, 2005’te İstanbul’da kampa gittik, çağırdılar bizi.

İstanbul Yelken’de antrenör Tolga Rangavis ve 4-5 teknelik bir ekibi vardı. İstanbul Yelken de Türkiye’nin öncüsüydü o zaman. Birçok olimpik sınıfta olimpiyata katılmış daha önce. Orada bu sınıfın antrenörü Tolga Rangavis bizi gördü ve birkaç bir şey gösterdi. Biz bir anda iyi gitmeye başladık. Bizden iki üç yıl önce başlamış diğerlerinden daha iyi gittik. O, o zaman bizde herhalde bir şey gördü. 2005 yaz sonu İzmir’de Üniversiad vardı. “Seçme olacak, oraya gidersiniz” dedi. Olimpiyata hazırlanan, bize yardımcı olmuş Karşıyakalı abi kardeş vardı. Onlar zaten seçilmiş ve milli takımdalardı. Kulüpte bize kalacak yer ayarladılar. O dönem Tolga abi bize çok yardımcı oldu, bir iki ay onlarla antrenman yaptık. Yarış oldu, yarışta da Karşıyakalı abi kardeşi, Efe ve Hakan’ı, geçtik ve Üniversiad’a katıldık. Ordan sonra film koptu.

Hem Tolga abi de bizim peşimizi bırakmadı. Federasyon çok destek olmaya başladı. Bize yeni tekne ve yelken verdiler. Üniversiad sonrası milli takıma seçildik ve milli takıma seçilince Türkiye’de ve yurtdışı bazı yarışlara gitme hakkı kazanıyorsun. Sonra bu şekilde seyahat etmeye başladık, hikaye bu. O dönem başlama nedenimiz ya da ciddiye alma nedenimiz Tolga abinin bize gelip “Sizde bir ışık var, siz bu işi yapabilirsiniz. Olimpik bir sınıfa biniyorsunuz. 2008’de olimpiyat var, gelin bu işi yapalım” dediler. 2005’te yelkene başlamışız, 2008’de nasıl olimpiyata gidebiliriz ki? 2006 yılının ikinci çeyreğinde artık okula gitmemeye, tamamen olimpiyat takibine başladık. 2007’de dondurduk okulu. Tolga abi zaten milli takım antrenörüydü. Biz böyle üç beş ekip birlikte yurt dışında yarış gezerek antrenmanlar yaparak hazırlandık. Bence orada karar verdik bu işi yapıp devam edeceğimize. Hem okulu hem yelkeni bir şekilde devam ettirdik. Ama zor tabii. Ben gittiğim sürede bitirdim okulu, yani dondurmayı saymazsam tam zamanında bitirdim.

Ateş Çınar: Benim baya sürdü, 8-9 sene. Ama bitti. Biz bu arada yelken yapmadığımız bir sene falan vardı diyoruz ama o dönemde de gidip yelken antrenörlüğü belgemizi aldık. Milli yelken hakemi olduk. Amatör denizci belgemizi aldık, bir sürü belge topladık yelkenle ilgili de. Boş durmadık. Çünkü sonuçta o zamana kadar kazanılmış bazı tecrübeler de var. Bir şekilde bunları da aktarırız diye düşündük. Bizim için en kolayı aslında spor akademisine gitmekti baktığımızda. Sonuçta başarılı sporcularız. Direkt davetiye geliyor zaten. Babam ama öyle demedi. “Zaten yaptığınız sporda en iyisiniz. Belgeleriniz de var. İhtiyacınız yok oradan gelecek belgeye. İlahiyat fakültesi olsa bile gidip dört senelik bir fakülte okuyun. Türkiye’de insan yerine konmak istiyorsanız, dört yıllık bir fakülte bitireceksin, başka hiçbir açıklaması yok bunun” dedi. O ne okuduğumuza hiç takılmadı. Biz kendimiz seçtik şöyle olsun, böyle olsun diye. O sadece 4 senelik bir bölüm okumamızı istedi. Kendisi çünkü 3-4 kere denedi. Maddi imkansızlıklardan dolayı bitiremedi. O yüzden de hep öyle olsun istemişti. Odur bizim seçmemizin nedeni. Mühendislik de eğlenceli, keyifli. İkimiz de TED mezunuyuz zaten. Oradan da bakıyorsun, arkadaş grubumuz da öyleydi yani. Okulda öyle süper başarılı öğrenciler değildik ama aldığımız puanlar bunu okumaya yetti.

Tabii 2008 Pekin Olimpiyatları’na gittiniz ilk seferde. 2005’te o süreç başladıktan sonra iki senede bunu başarmak başlı başına bir olay. Yaşınız da çok genç o zaman. Ardından iki olimpiyat daha geliyor. O süreçler nasıl oldu? Spor izleyicisi için olimpiyatlar dört senede bir yapılan önemli bir spor organizasyonu. Ama bir sporcu tarafından baktığınızda sporun en yüksek seviyede icra edilmesi demek. Dahası bir sonraki dört sene sonra oluyor ve örneğin madalya hedefi koyuyorsunuz. Ama olimpiyat dört sene sonra ve sizin o dört sene boyunca aynı ateşle, motivasyonla çalışabilmeniz lazım. Şu anda tabii ki çok tecrübeli sporcularsınız. Ama genç yaşlarda o düzeni oturtmak, psikolojik anlamda aşama kaydetmek çok kolay da olmayabilir. Onları birazcık anlatabilir misiniz?

Deniz Çınar: Yelkende olimpiyata gitmiş sporcu sayısı Türkiye’de çok az ve gidip yelken camiasında kalmış sporcu neredeyse yok gibi bir şey. Olimpiyata daha önce gidilmiş, gelinmiş ama bu bilgiler hep ortadan kaybolmuş. O yüzden de bizim gibi genç sporcular için, o zamanlar internet şimdiki gibi değil, bilgiye ulaşmak çok zordu. Olimpiyata hazırlanmak büyük bir organizasyon işi. Sadece sporcu olup antrenman yapmak yeterli değil. Sporcular bu işin yıldızı. Ama antrenörünüz, kulübünüz, federasyonunuz, teknik elemanınız, fizyoterapistiniz, masörünüz bir arada olması gereken bir organizasyon var. Türkiye’de yelken o seviyede bir spor değildi. Şu andan bahsetmiyorum tabi ki, şu an her şeyimiz var. Her şeyi en üst seviyede yapabiliyoruz. Ama bunu da tabii şu an Fenerbahçe’de olduğumuz için yapabiliyoruz. Diğer kulüplerde olan sporcuların bunu yapma imkanı yok. Bu şartları sağlama imkanları yok. Bu yüzden olimpiyat hazırlığı çok zor ve sancılı bir süreç.

Ateş Çınar: Biz 2008’e giderken okulu dondurduk ama olimpiyata giden bir sporcu direkt o, “Bir daha gideyim, bir daha gideyim, bir daha gideyim” hissiyatı geliyor. 2012’ye zaten son bir buçuk sene hazırlanabildik, yine okullar vardı çünkü. 2008’den döndüğümüz anda okula geri dönüp orayı bitirelim dedik. Çok az yarışa gidip daha az antrenman yapabildik. Son bir buçuk sene tekrar hazırlandık, yüklendik ve başardık. Sonra 2016’ya daha iyi hazırlanmayı planlıyorduk ama bu sefer de abimin bir sakatlığı oldu omzundan. Ameliyat oldu. Orada bir de kulüp değişikliği yaşandı. Öyle olunca da organizasyon anlamında bir kopukluk oluyor. Yalnız kaldığınız anda onu sağlamanız çok zor. Bir kulübün, federasyonun desteği şart. 2016’ya iki sene kala, ikinci olimpiyat seçmesine Galatasaray’da katıldık. Galatasaray o sırada bize teklif yaptı, iki sene kadar kulüpsüz kaldık. 2016’da Galatasaray’a katıldık. Daha sonra Selma Rodopman’ın büyük çabalarıyla Doğuş işin içine girdi. Bize anlatıyordu ne kadar çabaladığını.

Deniz Çınar: Kariyerimiz aslında dönem noktalarından biri Doğuş ve Fenerbahçe’ye geçişimiz olabilir. Sonuçta biz üç defa olimpiyata katılmış sporculardık. Üçüne de katılmayı başarmıştık. Onu başarabildiğimizi göstermiştik kısacası. Avrupa’da da belli dereceler alıyoruz. O zaman da ilk on derecelerimiz vardı. Ama madalya kapatmak, podyum kovalamak için söylediğimiz organizasyonun olması şart. O desteğin size hissettirilmesi ve sağlanması gerekiyor. Bunu federasyon tek başına yapamaz, kulüp de tek başına yapamaz. O yüzden de Fenerbahçe’den bize öyle bir teklif gelince ve konuşunca onların da hedefinin bu olduğunu duyduğumuzda açıkçası hiç düşünmeden “Bu bizim aradığımız şey” deyip geldik buraya.

Ateş Çınar: Çünkü bu bizim belki de son olimpiyatımız olacak. Sınıf kalkıyor çünkü. Ama dediğimiz gibi bu, Türk yelkenciliği için büyük bir dönüm noktası oldu. Böyle bir sponsorun işin içine girmesi, bu başarıların kazanılması, destek geldiğinde başarıların gelebileceğini gösterdi. Bence Türkiye’de hem yönetici hem sponsorun düşüncesi katılımdan çok madalya olmaya başladı. Bu çok büyük es geçilmeyecek bir konu.

Deniz Çınar: Yeri gelmişken Fenerbahçe’nin amatör branşlara verdiği desteği söyleyelim. Sonuçta daha önce yelken ve kürek kulüpleri oradaydı. Sponsorluk tabii ki buna ek bir destek oldu. Futbolda bile sponsorlar işi yürütüyor.

Buradan biraz daha yakın zamana gelelim. Dediğiniz gibi sponsorun gelmesiyle antrenör geldi. Avrupa dördüncülüğü var. Son zamanlarda daha da sıkılaşmıştır eminim, olimpiyatlara hazırlanıyordunuz. O süreçler nasıl geçti? Dile kolay, dördüncü olimpiyatınız olacak. Daha olgun ve tecrübelisiniz. Bunun yanında psikologlarla nasıl bir çalışmanız oluyor? Uzun bir periyot ve hedefte madalya var bu sefer

Deniz Çınar: Ateş’in de dediği gibi, ilk olimpiyat sonrası insan tabii ikinciyi, üçüncüyü, yapabildiği kadar ileriyi yapmak istiyor. Her seferinde hedefini daha da yükseğe koyuyor. Çok iyi hatırlıyorum, 2008’de döndükten sonra okul olmasına rağmen 2012 için çok daha iyi dereceler alacağımızı görmüştük. Ama sonuçta anlattığımız nedenlerden dolayı sadece senin istemen yeterli olmuyor. Federasyonun ve kulübün desteği yoksa, yeterli malzemen ya da antrenörün yoksa bunların hiçbirini gerçekleştiremezsin. Biraz geri dönersem, o zamanlar tek partnerimiz Hırvatlar’dı. 2016’da Olimpiyat şampiyonu oldular. Biz onlarla 2007 yılında tanıştık, hemen olimpiyattan önce. Açıkçası seviyemizin belli bir oranda artması, 2012 ve 2016’ya rahatlıkla katılmamızda onların büyük etkisi olmuştur. Olimpik sporculuk diye bir yaşam şekli var. Onlarla çok seyahat edip antrenman yaptık. Kendilerinden çok şey öğrenmişizdir. Örnek veriyorum, belki ilk olimpiyata giderken fitness yapmıyorduk. Yapılacağını da bilmiyorduk hatta. Biri bize söyleseydi, antrenörümüz olsaydı ya da o bilgi olsaydı Türkiye’de, yapardık tabii neden yapmayalım. Şimdi 15 yaşındaki sporcu bile biliyor ne yapması gerektiğini.

Biz bu hayat tarzını Hırvat ekibinden öğrendik. Onlar bize gösterdiler. Belli bir saatte kalkılır, kahvaltı ve antrenman yapılır. Şu kadar uykuya ihtiyacın var, şu kadar beslenmelisin. 2008 ve 2012’ye onlarla hazırlandık, 2016’nın bir kısmında da onlar vardı. Hala da arkadaşlarımızlar bu arada. Ama bu yakın dönem içinde, yani Fenerbahçe’ye geçişimizle, maddi/manevi her anlamda destek gördük. Zaten bu sağlandığı ve hedefimiz Olimpiyat madalyası olduğu için için açıkçası biz yelken yapmaya devam ettik. Yoksa zaten üç kere olimpiyata gitmişiz, dördünce kez gitmiş olmak için gitmek istemedik. Ateş’le de onu konuşuyorduk açıkçası. Biz devam eder miyiz etmez miyiz, neden devam etmeliyiz? Madalya almak için devam etmeliyiz. Ama madalya için de şartların oluşması gerekiyor. Yelken bir de malzeme sporu olduğu için lojistik işi de çok oluyor. Yani teknen oluyor, teknenin kıtalar arası taşınması oluyor, malzemelerin oluyor. Türkiyede de 470’te bizim seviyemizde kimse olmadığı için biz de Hırvatlar’la; şimdi örneğin Fransızlar’la, İspanyollar’la, İsveç’le ve daha birçok ülkeyle antrenman yapıyoruz.

Ateş Çınar: 2021’e en üst seviyedeki ülkeler nasıl hazırlanıyorsa biz de öyle hazırlanıyoruz. İmkanlarımızın hiçbir farkı yok. Kulüp ve federasyon bu dört yılda gerekli şartları sağladı. Böyle olunca da o insanlar zaten sizinle antrenman yapmak istiyor. Başarılı sporcular, diğer başarılı sporcularla antrenman yapmak istiyor. Antrenman partneri yukarı çekiyor seni bir şekilde. Onlara bakıyorsun genelde çok çok öndeler. Atıyorum biz onları üç, onlar bizi beş kez geçiyorlar. Çünkü altyapıları da çok sağlam. Adam optimistte yüz tane uluslar arası yarış yaparak çok büyük tecrübeler kazanmış. Şimdi Türkiye’de de başladı bu sistem ama bizim zamanımızda bir tek Avrupa ve Dünya Şampiyonası’na gidiliyordu, başka yarış yoktu. Adam senede elli tane yarış yapıyor belki, tecrübe farkını düşünün. Bunu 12-13 yaşında başarıyor, 15 yaşına kadar bazı şeyler refleks oluyor hayatında.

Biz aslında lazerde de başarılıydık ama 470’e geçince hiç yelken bilmiyormuşuz dedik. Yeniden öğrendik resmen her şeyi. Şimdi ekipman, malzeme dünya standartlarında. Her şeyimiz çok iyi. Öyle olunca da bu adamlarla birlikte antrenman yapıyoruz. Aramızdaki tek fark altyapıda kazanılmış tecrübelerdir. Onun dışında çok büyük bir fark yok. Şimdilerde hala onlardan daha fazla denize çıkıp daha fazla antrenman yapıp o arayı kapatmaya çalışıyoruz. Onlarla birlikte antrenman yapıyoruz ama biz onlardan teknemizi yarım saat daha erken denize atıp daha fazla pratik yapmaya çalışıyoruz.

Deniz Çınar: Onu yapma nedenlerimizden biri de onlara psikolojik baskı kurmak. Her ne kadar onlar bizim arkadaşımız ve antrenman partnerimiz olsa da, aynı zamanda rakiplerimiz. Biz Ateş’le yelken sporunun en disiplinli sporcularından ikisiyiz. Öyle olduğu zaman da tabii insanlar bunu görüyorlar. Her zaman antrenmanda dakikiz. Bu arada herkesle de antrenman yapmıyoruz, çok insan bizimle antrenman yapmak istiyor ama sonuçta biz seçiyoruz. O seviyedeyiz şu anda. Bize yararlı olabilecekleri tercih ediyoruz. O dönemde bizim neye ihtiyacımız var? Hız mı çalışmamız gerekiyor, malzeme mi çalışmamız gerekiyor? Eminim ki onlar da bize öyle bakıyorlar. O yüzden herkes birbirini seçerek antrenman programını düzenliyor. Ama Ateş tabii ki doğru söylüyor. Fransa, İngiltere dediğiniz ülkelerde neredeyse ata sporu bu. Çok eski bir geçmişleri var. Bizim geçmişimiz olsa da süreç biraz daha yavaş ilerlemiş. Biz gelişmekte, ilerlemekte olan bir süreç içindeyiz. İnşallah bizden sonra, bizim gibi sporcular bu işte kalarak ve bildiklerini gençlere aktararak bu işi farklı bir boyuta taşıyacak.

Ateş Çınar: Diğer yandan diyetisyen, kara antrenörü ve deniz antrenörüyle de çalışıyoruz. Profesyonel bir sporcu için hepsi ayrı ayrı şart olmayabilir. Ancak ciddi bir seviye tutturmak istiyorsanız, Olimpiyat’ta madalya hedefliyorsanız, hepsinin bulunması gerekiyor. Buraya kadar olan süreçte başardık çünkü kardeş olmamızın ve tek aile olmamızın avantajı vardı. Şu anda mesela ailenin hırslı olması da çok önemli. Şu anda bizim kulüpte görüyorum mesela, psikolog çocuklarla değil aileleriyle konuşuyor. Çocuk yaşta en büyük etkiyi aile yaratıyor. Bize de öyledir yani. Biz mesela 21-22 yaşındaydık ilk kez Olimpiyat’a gittiğimizde. Ailemize üniversitemizi donduracağız dedik, gitmedik iki yıl. Ailemiz de, “Arkadaşım ne yapıyorsun, ne yelkeni? Sen mühendislik okuyorsun. Bırak, okula devam et” deseydi, ne diyeceğim ki ben ona? Parayı veren o. Annem veya babam “Tamam, siz hayallerinizin peşinden gidin. Siz neyi doğru biliyorsanız onu yapın” demeseler yapamazdık. O yaşlarda neredeyse yüzde doksan etkiliyor. Dolayısıyla Fenerbahçe çok doğru yapıyor onu. Ben hep söylüyorum mesela, bizim ailemiz biz yarışlardan döndüğümüzde hiç madalya sormadılar. “Keyif aldınız mı, nasıldı, hikayenizi anlatın bize” derlerdi. Dedim ya her denize çıkanın bir hikayesi olur diye, onu dinliyorlardı bizden. Biz belki de o yüzden bu kadar sevdik sporu.

Ailemiz çok hırslı olsaydı geri tepebilirdi bizde bu. Biz o konuda çok şanslıydık. Türkiye’de çok yetenekli sporcular bıraktı yelkeni. Tamam, bizim Türkiye şampiyonluklarımız var ama dünya derecesi olan insanlar devam etmedi, yelkeni bıraktı üniversite yıllarında. Ailenin desteği çok önemli. Genelde aileler kendi hayallerini çocukları üzerinde yaşamaya çalışıyor, işte orada sıkıntı başlıyor. Üniversite çağında bir de gençler çok hızlı fikir değiştirebiliyor. Dolayısıyla orada nasıl yönlendirildiği çok önemli.

Peki şimdi olağan dışı bir durum oldu. Dev bir salgın patlak verdi ve Olimpiyatlar ertelendi. Bir sene ileri attı organizasyon. Siz salgın patlak verdiğinde neler yaşadınız? Olimpiyatların 2021’e ertlenmesi sizin için olumlu mu oldu, olumsuz mu oldu? O konuda ne düşünüyorsunuz?

Ateş Çınar: Salgın ilk çıkmaya başladığında biz Mallorca’da kamptaydık. Hiç bu kadar büyüyecek diye düşünmedik tabii, neticede Çin’de olan bir şeydi. Sonra yavaş yavaş İtalya’da görülmeye başlandı. Biz kampı bitirdik, Türkiye’ye döndük. Tekrar gitmeye hazırlandığımızda İspanya’da da görülmeye başlandı. Anlayamıyoruz biz de ne olduğunu. Dünya Şampiyonası’na gireceğiz; antrenmanda, denizin ortasındayız. Telefon geldi antrenöre. Yarış iptal dendi. İyi o zaman deyip tekneleri topladık. Şampiyonanın bir gün öncesinde öğrendik biz. Akşamına da toplandık, feribotla ana karaya dönmemiz gerekiyordu. Çünkü biz olimpiyatların erteleneceğini düşünmüyorduk. Barselona’ya geldik, Barselona’dan Olimpiyatlar için malzemelerimizi yükleyip Japonya’ya gönderecektik. Haziran’da Japonya’da bir yarışa girecektik çünkü. Sonra Türkiye’ye dönüp Temmuz ortası için Tokyo’ya gidecektik. Süreç böyleydi normalde.

Biz malzememizi topladık, geriye bineceğiz o akşam. Türkiye’den açıklama yapıldı, “İspanya ile hava limanları kapatılmıştır” diye. Hala İspanya’dayız, uçuş yok. Federasyonla iletişim halindeyiz, çözmeye çalışıyorlar işi bir şekilde ama olmuyor. Çünkü onlar bir acenteyle konuşuyorlar, yavaş ilerliyor süreç. Biz “Gemiye binelim, en kötü ihtimalle döndürelim malzemeyi Barselona’ya. Ordan da kara yoluyla bir Avrupa ülkesine gideriz, hava limanı açık olan bir yerden döneriz” diye düşündük. Akşama doğru kulüp devreye girdi, “Durum ciddileşiyor, bırakın malzemeleri orada güvenli bir yere ve dönün bir şekilde” dediler. Tamam dedik biz de. Adadan İsviçre’ye, İsviçre’den de İstanbul’a geçtik. Malzemelerimizi tabii ki de orada bıraktık. Çünkü bir şekilde İspanya’ya geçme durumumuz olamıyordu. Daha sonra oradan alındı Barselona’ya geldi malzememiz. Sonra Olimpiyatların ertelendiğini duyduk. Öyle herhangi olumsuz bir psikoloji hissetmedim ben, neden ertelendi gibilerinden. Yani değişen bir şey yok, normal antrenman yapmaya devam ediyorum çünkü. Çünkü hayatımızda yelken yokken de spor yapıyoruz. Tamam belki bu kadar yapmıyoruz ama yapıyoruz yani.

Deniz Çınar: Benim için de öyle bir motivasyon kaybı olmadı. Hatta ben artı olarak görüyorum. Çünkü geçen sene bir iki sakatlık olmuştu. Daha yeni yeni bu sene toparlayıp tam gaz moda geçmiştik. Hatta Dünya Şampiyonası’ndan önce gerçekten formdaydık. Orada bir yarışta da iyi bir derece aldık. Ama tabii ki sonuçta senin de dediğin gibi olağanüstü garip bir durum var. Ama ben bunu artı olarak görüyorum. Şimdi bizim 365 günümüz daha var hazır olmak için.

Sohbet boyunca bahsettiniz ama yine de özellikle sormak istiyorum. Senelerce 470 yaptınız ve bunu kardeş ilişkisiyle yaptınız. İletişimin çok önemli olduğu bir dal ve kendi ailenden belki de yakın büyüdüğün kişiyle yapıyorsun. Bunun nasıl bir etkisi var?

Ateş Çınar: Biz bunu üzerine baya kafa yorduk. Psikologla en çok konuştuğumuz konuydu doğru ve kaliteli iletişim. Çünkü söylediğiniz bazı sözler, kelimeleri söyleyiş şekliniz çok önemli oluyor. Biz birbirimizin söylediklerini nasıl anladığımızı merak ettik mesela. Örneğin, ben bir resmi tarif etmeye başladım ona, o çizmeye başladı. Orada anladık ki, demek ben böyle söylediğimde böyle anlıyor. Sonuçta, şurada şu var, dediğimde acaba ne anlıyor konusu çok kritik. Çünkü sizin ağzınızdan çıktıktan sonra karşı tarafın zihninde artık her şey. Görmüyor o sırada, benim anlattığımla yapıyor işi ya da onun anlattığıyla ben yapıyorum. O yüzden aktarılan şeyi doğru anlamak çok önemli. Bununla ilgili çok çalışma yaptık. Tabii iletişimi geliştirince bence iş çok kolaylaşıyor. Bunun yararını çok kez gördük.

Deniz Çınar: Kardeş olmanın avantajını başta görmüşüzdür herhalde. Henüz ailemizle bu işi götürmeye çalıştığımız zamanlarda yani. Yoksa o şartlarda iki farklı aile ve insanla süreci yürütmek daha zor olabilirdi. Ama kardeş olunca, anneniz babanız bir olunca; onlar sizle iletişim kuruyorlar, konuşuyorlar. Siz onlara derdinizi anlatıyorsunuz. Sonuçta kardeşiniz bir de. Ne olursa olsun, kavga da etsen aran kötü de olsa beş saniye sonra normale dönüyorsun. Farklı insanlarla olsan belki böyle dönemezsin. Öyle bir şey söyler ki sana, dönemeyeceğin noktaya gelirsin ve bırakmak zorunda kalırsın.

Ateş Çınar: Bu arada çok komik bir şey, resim çizme olayına başlayınca ben ne söylüyorum sen ne anlıyorsun durumları oldu. Meğersem biz hiç doğru iletişim kuramamışız. Bir de kardeş olarak, aynı teknede 10 senedir yarışan ikili olarak bunu yaşıyoruz. O yüzden çok zor bir şey, hiç kolay değil. Dönüp dönüp aynı şeye geliyoruz. Bunları bilmediğin zaman okuduklarınla, düşündüğün kadarıyla bir şeyler yapıyorsun. Ama bilen biri gelip seni yönlendirdiği anda aydınlanma yaşıyorsun. Şu an Türkiye’deki en büyük eksiklerden biri o. Tüm sporcuların bu imkanları yok, hepsi bu şekilde çalışamıyor. Gençlik sınıflarında iyi dereceler alındığını biliyorum. Ama olimpiyat seviyesi farklı.


Bu Haberi Paylaş
ETİKETLER: , , , ,
          google-news
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.