Osmanlı’dan miras mahya sanatı
Ramazan’ın gelmesiyle gecelerimizi aydınlatan mahya ışıklarının tarihine yakından bakalım…
Ramazan ayının gelmesiyle birlikte, zaman zaman tezgahlardaki hurmalar, kimi zaman fırınlar önündeki pide kuyrukları, kimi zamansa bir pastane vitrinindeki güllaç tepsisi bizi karşılıyor. Şüphesiz bunlardan biri de Ramazan aylarında camileri süsleyen mahyalar oluyor.
Osmanlı’da ilk olarak Sultan I. Ahmet döneminde Sultanahmet Camii’ne dini sözlerin yazılı olduğu kandillerin asılmasıyla başlayan mahya geleneği, yaklaşık 450 yıldır her Ramazan ayında minareleri süslüyor.
BÜTÜN SELATİN CAMİLERİNE MAHYA KURULUYOR
Sultan I. Ahmed zamanında (1603-1617) minareler arasına ilk mahyayı kuran Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hâfız Ahmed Kefevi’ydi. Lâle Devri’nin ünlü sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, 1722 yılında bütün selatin camilere mahya kurulmasını emretmişti. Selâtin camileri, genellikle iki minareli olduğundan mahya kurulması da kolay oluyordu. Böylece Süleymaniye, Sultanahmet, Yeni Cami, Anadolu yakasında ilk defa olmak üzere Üsküdar Valide Sultan camileriyle Ayasofya, Eyüp, Fatih, Bayezid, Şehzade ve Sultan Selim camilerinde mahya kuruldu.
HER GECE 5 OKKA YAĞ KULLANILIRDI
Önce kareli bir kâğıt üzerinde iki minare arasına gerilecek ipi temsil eden yatay bir doğrunun altına istenilen yazı yazılarak modeli hazırlanır, bu model üzerinde kandillerin asılacağı noktalar ve bu noktalardan sarkıtılacak uçlarında kandil bulunan düşey iplerin boyu belirlenirdi. Mahyanın kurulması sırasında taşıyıcı ip, minareler arasına gerildikten sonra birbirine olan mesafeleri ve uzunlukları önceden belirlenen ve bir uçlarına bir makara, diğer uçlarına kandil bağlanan düşey ipler uzun bir ipe tespit edilerek taşıyıcıya bindirilir ve uzun ipin ucu diğer minaredeki bir makaradan geçirilip çekilmek suretiyle gerginleştirilirdi. Bu düzene göre hareket ettirilen kandillerin yağı her akşam tazelenip, ortalama 5 okka zeytinyağı tüketilirdi.
“HOŞ GELDİN YA RAMAZAN”
Mahyalarda daha çok Fetih sûresinin ilk âyeti, “Mâşallah, Tebârekellah, Bismillâh, Leyle-İ Kadir, Hoş Geldin Yâ Ramazan, On Bir Ayın Sultanı” ve Ramazanın son günlerinde “El-firâk” veya “Elveda” gibi yazılar yer alırdı.
HAREKET EDEN MAHYALAR
Sabit mahyalar dışında hareketli olanlar da vardı. Mesela Sultan Abdülaziz zamanında yaşayan ve mahyacılığı bir sanat haline getiren Süleymaniye Camii’nin ünlü mahyacısı Abdüllatif Efendi’nin kurduğu, üç panodan oluşan mahya, hareketli olanların en ünlüsüydü. Bu panolardan Unkapanı Köprüsü ile Azapkapı Camii’nin resmedildiği ortadaki sabit, arabaların yer aldığı üst ve balıklarla kayıkların yer aldığı alt panolar hareketliydi. Bunların ileri geri hareket ettirilmesiyle mahya adeta canlanırdı ve tahmin edersiniz ki bunu seyretmek büyük bir keyifti.
MAHYACILARI JÜRİ ÜYELERİ SEÇERDİ
Babadan oğula geçen bir meslektir mahyacılık. Osmanlı döneminde mahyacı olmak isteyenler, usta mahyacılar ve şehrin ileri gelenlerinden oluşan bir jüri tarafından sınava tâbi tutuluyordu.
MUSTAFA KEMAL’E HOŞ GELDİN MAHYALARI
Mahyalar, sadece Ramazan’da kurulmazdı. Mesela Sultan Abdülaziz, Avrupa seyahatinden döndüğünde, Mustafa Kemal İstanbul’a geldiğinde hoş geldin mahyaları yapılmıştı. I. Dünya Savaşı yıllarında “Hilâliahmer’i unutma, hubbü’l-vatan mine’l-îman, muhacirlere yardım, muhacirîni unutma” mahyaları da süslemişti.
Bu Haberi Paylaş