celal yıldız uzaktan eğitim bodrum haber katılım bankası kdv iadesi
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

HAYALLERİNİ ve BEDENLERİNİ YİTİRENLERİN RUH ARAYIŞI: BEDENİMİ KAYBETTİM

Arzu Arda Deger
"Perde büyülü bir dünyadır. Öyle bir gücü vardır ki, duyguları başka hiçbir sanat formunun yanına bile yaklaşamayacağı bir şekilde ortaya çıkarır" Stanley Kubrick

 

2020’nin ilk yazısından merhaba!

Senenin ilk kritiği olarak bir animasyon film ile huzurlarınızdayım ,ayrıca yazı arşivim açısından da animasyon film eleştirisi bir ilk olacak.

Bildiğiniz üzere geçen hafta Oscar adayları açıklandı;  72. Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenlerin Haftası bölümünde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan ilk animasyon olması ile de öne çıkan Fransız yapımı Bedenimi Kaybettim (J’ai Perdu Mon Corps/ I Lost My Body) Oscar’ın  ”En İyi Animasyon Film” kategorisine aday gösterildi.

Kesik bir eli, ait olduğu bedeni bulma serüvenini ve bu serüven sırasında yaşadıklarını konu alan “Bedenimi Kaybettim”de motorlu pizza dağıtıcısı Naoufel ile kütüphaneci Gabrielle’in aşk hikâyesini, bu hikayenin düğüm noktası olan kesik elin kendini laboratuvarda bulduğu andan itibaren kaybettiği bedene geri dönme çabasını, bunun için de Paris sokaklarında her türlü tehlikeyi göze almasını izliyoruz.

“Amelie”nin de senaristi olan Guillaume Laurant’ın “Mutlu El” adlı romanından uyarlanan bu yetişkin animasyon filminin yönetmeni Jérémy Clapin. “Bedenimi Kaybettim”, Clapin’in dört kısa filminden sonra çektiği ilk uzun metraj filmi.

Yazılarımda ve konuşmalarımda bir filmi anlamaya, okumaya, kritik etmeye dair dikkate alınacak en önemli ögelerden birisinin filmin açılış sahnesi olduğunu ısrarla belirtiyorum; ilk kareler ,verilen detay planlar seyircide bir fikir oluşturmaya ve filmin gidişatına yön vermeye yardımcı unsurlardır.

“Bedenimi Kaybettim”, jenerik yazıları ve fonunda sinek vızıltısı ile başlıyor, akabinde kocaman bir kara sineği yanında bir vida, kan damlaları ve akan kan görüntüsü ile kadrajına alıyor. İkinci resimdeyse parçalanmış bir gözlük ve yerde uzanmış genç bir adama yine sinek eşlik edince, “küçüktür, ama mide bulandırır”ı hatırlayarak ve bu imgeyi hafızaya not ederek filme devam ediyoruz.

Tam da burada , bu açılış planlarında anımsadığım ve bilmeyenler için de güzel bir detay olabilecek bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Senarist, yönetmen ve film okuması yapan, aynı zamanda sosyal medyada arkadaşım olan Tufan Şimşekcan’ın “Ahlat Ağacı” filminden yola çıkarak sinek metaforuna getirdiği yorumu Twitter’daki paylaşımından aynen aktarıyorum;

“AHLAT AĞACI’nda yan karakterler ne zaman kötü niyetli hal alsa, bir karasinek giriyor. Araştırdım. 1400’lü yıllarda Trompe l’oeil akımı. Dini figürlerin çizildiği tabloların bir yerine kara sinek çizerlermiş. Sinek faniliği, kötülüğü simgelermiş. NBC böyle düşünmüş olabilir.”


Bunu da bir tablo ile örneklendirmiş:

“Petrus Christus tarafından çizilen Carthusian portresi”

 

Filmin anlatımına hizmet eden paralel kurgu,  laboratuvardan kaçan kesik elin bedenine kavuşma mücadelesi ve göçmen olarak Paris’te hayata tutunmaya çalışan Naoufel’in yaşadıkları üzerinden dramatik ve fantastik betimlemelerle ilerliyor. Pizzacıda kurye olarak çalışan Naoufel, amcası ve kuzeniyle yaşarken, bir yandan da trafik kazasında kaybettiği ailesinin travmasıyla ile baş etmektedir. Kimi zaman siyah beyaz flashback resimlerin hakim olduğu anlatı, bizi kesik elin Naoufel ile bağlantısının ne olduğu konusunda meraklandırıyor da. Hafızamızdaki sinek metaforunu geri çağırdığımızda bu bağlantı pek de sır olarak kalmıyor.

Naoufel, bir gün pizza siparişi veren Gabrielle’in binasına gelir, teslimat süresini yine aşmıştır, apartmanın kilidi açılmayınca binaya giremez, yağmur da başlayınca kapı önünde Gabrielle ile interkomdan bir süre sohbet eder. Nerede çalıştığını öğrendiği Gabrielle’i takibe başlar, amcasının marangozhanesinde çalışmaya varacak bu süreç, yaşayacağı talihsiz olaya dek sürecektir.

Flashback görüntüler ile Naoufel’in küçüklüğüne gittiğimiz sahnelerde, anne babasıyla ekonomik anlamda iyi bir yaşam süren, piyano çalan , büyüyünce hem piyanist hem astronot olmak isteyen küçük Naoufel’in elindeki mini teybe ortam seslerini, ailesiyle olan diyalogları ve güzel anılarını kaydettiğini görüyoruz. Çocukluğunda evindeki teyp ile aynı şeyleri yapan, radyodan boş kasetlere şarkı kaydeden, handycam kamerası ile ev içindeki/dışındaki hayatı kaydeden biri olarak bu detay çok hoşuma gitti.

Ailesinin kaybından sonra tamamen yalnız kalan, amca ve kuzene rağmen, (çünkü samimi ve sağlıklı bir ilişkeri yok) sevgiye aç olan Naoufel gibi biri için, bir yabancının, Gabrielle gibi bir kızın intercomdaki ufak sohbette kaza geçirdiğini öğrendiğinde iyi olup olmadığını sorması elbette başlayacak olan aşkı tetikleyen bir etmen olacaktır. Pizzanın değil, onun iyi olup olmadığını soran biri! Üstelik bu genç kız da yalnızlığından şikâyet eden biri.

Naoufel ile Gabrielle‘in hikayesi görece daha sakin ilerlerken , paralel kurguda izlediğimiz kesik elin hikayesi ise aksiyon dolu. Sokakta kuşlara, farelere, köpeklere, tren raylarına karşı amansız bir mücadele veriyor. Tüm yaşadıklarının duygusunu bize bir organ, bedeninden kopmuş bir elden ziyade bütün bir insanmış gibi “beden” diliyle vermesi bu filmi başarılı kılan en güzel unsurlardan biri. Evet başlı başına bu el bir beden, ama ruhu eksik bir beden.

 

Flashbackler vasıtasıyla hatırladıģı o duygusal anılar dramatik etkiyi sağlamlaştırırken, ayrıldığı bedene kavuşursa sanki ruhuyla da bütünleşecekmiş duygusunu veriyor. Naoufel de böyle bir bakıma; ailesini yitirdiģinde ruhunu da yitirmiş, çocukluk hayallerinden vazgeçmiş biri olarak arayışta.

Dramatik yönü oldukça baskın bir animasyon olan “Bedenimi Kaybettim”, izlediğimiz birçok kurgu dramadan daha etkili. Rejisi, diyalogları ne eksik ne fazla, kıvamında ve grafik çizimleri ile de tertemiz ve çok başarılı. Filmin etkisinin bu denli güçlü olmasında Dan Levy’nin harika müziklerinin etkisini pas geçemeyiz. Ben , artık bildiğiniz üzere, müzik delisi birisi olarak hemen Spotify’dan filmin müziklerini indirdim , hatta bu yazımı yazarken fonumda güzel güzel bana eşlik etmekte…

Yaşanılan hayatlara, sisteme, aşka, hayallere, beden ve zihin algımıza ve nihayetinde ruha nahifçe dokunan “Bedenimi Kaybettim”i  haftanın vizyonda kaçırılmaması gereken en iyi filmi olarak tavsiye ediyorum.

2020’de kendi adıma daha çok animasyon sinema ile meşgul olduğum, sizin adınıza da keyifle izlediģiniz bol filmli günler diliyorum. Varsa tavsiyeleriniz lütfen bana yazın.

 

Bedenimi Kaybettim’in fragmanı;

Filmin soundtrack şarkısı;

 

arzuardadeger@gmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.