celal yıldız uzaktan eğitim bodrum haber katılım bankası kdv iadesi
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

BİZİM SİNEMALARIMIZ

Arzu Arda Deger
"Perde büyülü bir dünyadır. Öyle bir gücü vardır ki, duyguları başka hiçbir sanat formunun yanına bile yaklaşamayacağı bir şekilde ortaya çıkarır" Stanley Kubrick

“Mesela,

‘Yüz Numaralı Adam’ ya da ‘Talihli Amele’ filmini Ken Loach çekseydi,

‘Ah Nerede’ filmini Woody Allen,

‘Çıplak Vatandaş’ ı Federico Fellini,

‘Züğürt Ağa’yı Akira Kurosawa,

‘Toprak Ana’ filmini Yasujiro Ozu,

‘Yusuf ile Kenan’ı Theo Angelopoulos,

‘Koltuk Sevdası’nı Orson Welles,

‘Zübük’ filmini Ingmar Bergman,

’40 Metrekare Almanya’yı Michael Haneke,

‘Şalvar Davası’ filmini Pedro Almodovar,

‘Kibar Feyzo’ yu Luis Bunuel,

‘Kapıcılar Kralı’ nı Martin Scorsese…

İşte o zaman tüm bu “bir bakıp geçtiğimiz” filmler sinema tarihindeki hak ettikleri enfes yerleri alırdı.” diye bir not düşüvermiş bir arkadaşım kendi sosyal medya hesabında. Onun bu notundan çok önce fikren aynı olmasa da bir film kritiği yaptığım yazıda, bu meseleyi yabancı bir film üzerinden ve bizden bir yönetmen ismi vererek irdelemiştim.  Onu da, temayı tamamlamak açısından, bir sonraki yazım olarak paylaşacağım.

Ben de bu listeye sinemamızda çok bilinmese de gerçekten çok sevdiğim bir filmi favori yönetmenimle eklemek isterim; ‘Gölge Oyunu’ ve  Stanley Kubrick.

Yavuz Turgul’un “Gölge Oyunu” ayrı bir yazının konusu olmayı hakediyor, ama şunu söylemeden geçmek istemem; hakikaten sinemamızın az bilinen bu ilginç ve bence şahane yapımının kıymeti ,yukarıdaki listede olanlarla kıyaslandığında, bilinmedi ne yazık ki. İzlemeyi bırakın, mesleği sinema olanların çoğunluğunun isminden dahi bihaber olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim.

Benim tespitim millet olarak özgüven eksikliğimizin olduğu yönünde, öyle ki bu neredeyse her alanda yansımasını gösteren kötü bir özelliğimiz. Kendimizi yetersiz, beceriksiz, başaramaz, yapamaz, ‘bizden bir şey olmaz’a öylesine kodlamışız ki, olan başarımız da ‘tesadüf’ oluvermiş dilimizde. Ya kıymet vermemişiz ya gözucuyla bir bakıp geçivermişiz. Misafirperverliğimiz de akraba ya da komşularımızdan çok, yabancıyadır ziyadesiyle, abartıyor muyum? Oysa gerek siyasi, gerek tarihi, gerek kültürümüze dair olsun filme çekilmeyi bekleyen ne hikayeler var bu topraklarda. Çok gerçek, çok güçlü hikayeler hem de. Bizdeki malzeme Hollywood ‘da olsa her biri için bin tane film çekilmişti bile. Çünkü değer vermiyoruz, değerli görmüyoruz, eldeki cevheri parlatmaya, taş üstüne bir taş daha eklemeye niyetlenmiyoruz bile. Oysa şu filmleri ya da sizin şu an aklınıza gelmiş olan nicelerini her nerede görsek oturup izlemez miyiz? Hem de ne keyifle! Bu filmlerin dönemin çok zor koşullarında, çok düşük bütçelerle çekilebilmiş yapımlar olduğunu da hatırlamakta fayda var. Ne yazık ki sinemanın ülkemizde hala sektörleşememiş olması da sinema sanatımızın gelişememesi ve yeni yeteneklere umut verememesi açısından çok büyük bir dezavantaj olarak en büyük sorunumuz.

Çok güldüğümüz o Kemal Sunal filmlerine bakalım, salt “komik “ diye adlandırabilir miyiz? Hem haksızlık, hem eksik değerlendirme yapmış oluruz. Her birinde toplumun içinde bulunduğu siyasi, sosyo-ekonomik, kültürel duruma ve buradaki yanlışların mizah ile hicvedildiği sahnelere şahit oluruz. Bu anlamda “Davaro” ve “Kapıcılar Kralı” nın gönlümdeki yeri apayrıdır.

Çoğu Yeşilçam filminde, yeni dönem Türkiye sineması örneklerine nazaran daha çok siyasi eleştiri, direniş ve dayanışma ruhu vardı bence. Ve elbette bunları yayımlayan TV kanallarımız… Şimdi ise TV’de bırakın bu eski filmlerimize rastlamayı ; entrika, şiddet, mafya hikayeleri sarmalında ev, yalı, araba, giyim-kuşam pazarlanılan dizi değil de, adeta uzun metraj reklam kuşağı bombardımanına tutulmaktayız.  Hatta ve hatta birbirine boş bakışlar atan mizansenlerle iki saat gibi korkunç bir zaman diliminde ekrana kilitlenerek!

Nasıl ki insan kendini anlamadan, bilmeden, bulmadan başkasını anlayamaz, kendi kültürünü, sinemasını bilmeden, kendi hikayelerine sahip çıkmadan da dünya sinemasını değerlendiremez. Bizim filmlerimiz bizi bize anlatan, topluma, toplumun sorunlarına ayna tutan, masumiyeti henüz kaybetmediğimiz, duygularımızın yol gösterdiği, maddiyatın, şehir hayatının keşmekeşinin, iletişimsizliğin henüz hücrelerimizde dolaşmadığı, saf sevginin, dostluğun, kardeşliğin, komşuluğun, ailenin bir aradalığının değerini ruhumuzu okşayarak hissettiren çok gerçek, dahası samimi yapımlardı. Şimdi taklit yapımlarda o saflığı, naifliği arıyoruz, olmuyor elbette.

Yakın zamanda bize bu yalınlığı, sıcaklığı,  geleceğe dair umudu yine mizahla sunan, çok özel ve başarılı bulduğum, eminim çoğunuzun da çok sevdiği, “Her şey Çok Güzel Olacak”  filmini gösterebilirim. Çok sevilip, izlenmesinde Cem Yılmaz etkisi su götürmez bir gerçek olsa da, gerek senaryosu gerek diğer oyunculuk performanslarıyla (Selim Naşit, Mazhar Alanson, Ceyda Düvenci ) da övgüyü çok hakeden bir yapımdır.

Sanırım bu ve benzeri filmler hayal kırıklıklarımızı gösterirken canımıza batsa da “bak hayat tam da böyle bir şey işte; pes etmeyecek, mücadeleyi, direnişi sürdürecek, hayal kuracak, sevecek ve yol almaya devam edeceksin” diyerek finalinde zihnimize umudu aşılayıp,  kalbimizde sıcaklık, yüzümüzde tebessüm bırakabildiği için çok kıymetli. “Bilemiyorum Altan” ya da Ama en azından hayattayız, bu da bir şey be abi” demek elbette size kalmış…

arzuardadeger@gmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.